- AYM, Tayfun Kahraman'ın 'tedbiren tahliye' talebini reddetti!
- Şehzadeler'de Olağanüstü Seçim Takvimi Netleşti
- TBMM Genel Kurulu'nda ortam gerildi! CHP'li Başarır'dan, AKP'li Şebnem Bursalı'ya 17 Aralık'ta 'ayakkabı kutusu' göndermesi
- Saray'da sürpriz görüşme: Erdoğan, YSK Başkanı Ahmet Yener'i kabul etti
- Halka arzın gözde hissesi son 10 günde 'tepetaklak' oldu!
Acı Ders
26 Temmuz, 20161960, 1971, 1980 darbeleri ile sarsılan ülkemiz zaman içinde 28 Şubat postmodern darbe ve 27 Nisan 2007 tarihli e-muhtırayı da yaşadı. Demokrasiyi “beklemeye alan” bu eylemler ülkemize bir hayli zarar verdi. Hoş bugün bile “kötü gidişe dur denmeseydi ne olurdu?” sorusu soruluyor ya? Sorunun cevabı belli “demokrasi yön verirdi…”
Yüzyıllar boyunca tebaa olarak yaşamış bir ulusun fertleri olarak “demokrasi”, “cumhuriyet” ve “vatandaşlık” gibi kavramlar üzerimize tam oturmasa da zamanla bu kavramların önemini anlamaya başladıkça yavaş yavaş benimsemeye başladık.
Her ne kadar demokrasi kültürünü tam olarak kavrayamasak da zaman zaman “adamcı” olmakla da farkında olmadan demokrasiye hizmet edildi. Demokrasi kültürüne sahip olabilmek için öncelikle Devleti yönetenlerin gerçek demokratik adımlar atması, hukukun üstünlüğünü olmazsa olmaz olarak görmesi, güçler ayrılığının ülkeyi zayıflatmayıp tam tersi demokratik hale getireceğini kabul edip buna göre yönetimi şekillendirmesi ve de laik sistemin gerçek demokrasi için şart olduğunu idrak etmeleri gerekir. Herkesçe gözlenecek ve daha da önemlisi fiilen yaşanacak bu atmosfer içinde vatandaşların demokrasi, hukuk ve laik düşünce tarzına sahip olmaları için eğitim başta olmak üzere tedbirlerin alınması zorunludur. Aksi halde ne mi olur? Maalesef bugünkü kara tablo benzerlerini yaşama riski doğar.
Ülkemizi bugünlere getiren süreçte yönetimin büyük sorumluluğu ve kusuru vardır. Bugünleri önceden gören objektif bakışa sahip birçokları cemaat yapılanmasının Devlet’te kadrolaştığı ve ülke yönetiminde söz sahibi olmak için planlama içine girdiğini söylemiş ve yazmış ancak iktidar maalesef bunlara sadece kulak tıkamamış adeta cemaatin savunuculuğunu yapmış, bazılarıysa bu iddiaların “milliyetsizlik ve hatta vatana ihanet” anlamı taşıdığını söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Yasalar hatta Anayasa değiştirilmiş Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere Yargıtay, Danıştay ve adli yargı yeniden yapılandırılmıştır.Birçok kurumda liyakat yerine “fikirdaş” kişiler makamlara oturtulmuştur. Adalet mekanizmasına o gün bizzat konuştuğum bazı fanatik iktidar yanlılarının ifadesiyle “Allahlı, vicdanlı, namazında abdestinde hakim ve savcılar”(!) yerleştirilmiştir. Hakim ve savcının inancının ya da sosyal yaşantısının değil “hukuk nosyonuna sahip olması” gerekliliğini anlatmaya çalışmışsak da, Hanefi Avcı gibi bazı isimler “isim isim bu güruhu afişe” etmişse de söylediklerimiz bir kulaktan girip diğerinden çıkarken Hanefi Avcı ise cezaevinden çıkmak için 4 yıl beklemek sorunda kalmıştır.
Hukukun üstünlüğü ilkesi hukuk kurallarının yönetimin üzerinde olmasını ifade eder. Hukukun üstünlüğünün var olduğu demokrasilerde hükümetin ve yöneticilerin neyi nasıl yapabileceğine ilişkin sınırlamalar varken üstünlerin hukukunun (kişilerin hukuku) var olduğu yönetimlerde yargı, yasama ve yürütme güçlerini elinde tutan iktidarlar bu gücü keyfi kullanmaya kadara götürebilirler. Hukukun üstünlüğü aynı zamanda evrensel hukuk kurallarının uygulanmasını ve Devlet kadrolarına yapılacak atamaların “objektif” ölçülerle yapılmasını gerektirir. Geçtiğimiz süreçte maalesef objektif gerçeklikten uzak, “bizden” kişilerin kadrolaştığı ve yargının her geçen gün bağımsızlıktan uzaklaşıp birilerine bağlandığı bir ortam ortaya çıktı. Bu zaman zarfında Gülen cemaati başta olmak üzere bazı odaklar önemli noktalarda kendine yer buldu. Nihayetinde bu kötü günlere adım adım yaklaştık.
Bu sorunun çözümü Cumhuriyet’in kurucusu Atatük’ün bizlere öğütlediği ilkelerin uygulanması, bu fikre sahip gerçek yurtseverlerin liyakata bakılmak koşuluyla hak ettiği yerlere getirilmesi ve benzer odakların yeniden kadrolaşmasının önlenmesi ile sağlanabilir. Aksi halde bugün Fetö olarak adlandırılan grupla ilgili yaşadıklarımızın yarın başka bir grup için yaşanmayacağını kim garanti edebilir?
Yaşanan vahim darbe girişimini atlatan ülkemizin ve iktidarın bugüne gelinen süreçte yaşananlardan çokça ders çıkarmasını umuyorum.
Son sözüm de halkımıza, yakın zamana kadar büyümesine izin verilen hatta desteklenen bu topluluğa saf ve temiz duygularla şu veya bu şekilde katılan tabandaki insanlarımızla üst düzeyde yer alan kötü niyetlileri de aynı kefeye koymayalım. Bu noktada da vazgeçilmezimiz yine hukuk olmalıdır. Hele hele bugüne kadar onlarca hata sonrasında “aldatıldık, kandırıldık” savunmasını yapanlara nasıl ikna olunduysa gerçekten aldanmış kişilerin olabileceğini de unutmayalım…
Yorum Ekle
Yazarın diğer yazıları
SOSYAL MEDYA
MAGAZİN
Tarkan'dan dikkat çeken çağrı: 'Tamamen yasaklansın!'
Megastar Tarkan, sosyal medya hesabından bulunduğu paylaşımla hayvanların yaşam hakkının korunması gerektiğini vurgulayarak, avcılığın yasaklanması çağrısında bulundu. Hep söyledim, söyle...
TEKNOLOJİ
EDİTÖR'ÜN SEÇTİKLERİ
En uzun boylular bu şehirde yaşıyormuş
Erkeklerde ortalama 1.74, kadınlarda 1.60 metre. Bunun sebebi ise genetik, beslenme ve coğrafya... İşte en uzun ve en kısa boyluların yaşadığı şehirler... Türkiye’de yapılan yeni bir araştırmayla şehirlerin boy ortalamaları ölçüldü. Detaylı incelemede Türkiye’de erkeklerin ortalama boyu 1.74, kadınların ortalama boyu ise 1.60 metre olarak belirlendi.





Yorumlar
Bu haberde yorum bulunmamaktadir.